Lady Diana Spencer, Amy Winehouse, Elton John, Angelina Jolie, Russell Brand denildiğinde muhtemelen zihnimizde bir şeyler çağrışacaktır veya belki de aklımıza gelen ilk şey ünlü kişiler olmalarıdır. Ancak bu kişileri bir araya getiren başka bir ortak noktaları daha var; Hayatlarının önemli bir bölümü boyunca mustarip oldukları yeme bozuklukları. Farklı dönemlerde, farklı hayatlarda, farklı beden ve kilolarla yaşayan bütün bu isimler ve daha burada belirtilemeyecek kadar çok insanın yaşamını etkileyen bir konu “yeme”…

Yeme, günümüzde tartışmalarda ve araştırmalarda oldukça popüler olan bir konudur. Pek çok kültürde yemeye yoğun bir ilginin olduğu bilinmekte; değişik yemek türlerini ilgililerine sunan çok sayıda restoran, tv programı, kitap ve dergi yayını dikkat çekmektedir. Yaşamımızı sürdürmenin önemli bir parçası olan yeme, temelde açlık ve iştah tarafından güdülenmektedir. Henüz anne karnındayken başlayan ve hayatın geri kalanında da gerekli olan bu dürtüsel ihtiyaç, anne ve bebek arasındaki emme-emzirme ile birlikte davranışa dönüşmektedir. Bu emme-emzirme ilişkisi zaman içinde bebeğin yemeye yönelik tutumunun oluşmasıyla sonuçlanmaktadır. Her ne kadar yeme davranışının açlık ve iştah tarafından güdülendiği bilinse de bunların yeme davranışının tek belirleyicileri olmadığı da aşikardır. Aslında yeme konusu sanılandan daha komplikedir.

Bilimsel çalışmalarda çok sayıda ve karmaşık fizyolojik, psikolojik ve sosyokültürel faktörün yeme davranışına etki ettiği gösterilmiştir.

Peki ne oluyor da anoreksiya nervozadaki gibi kemiklerimiz görünecek kadar zayıf olup da şişmanlamaktan korkmaya devam ediliyor veya “kendimi kötü hissettiğim zaman yemek yiyorum, yediğim zaman da suçluluk hissediyorum” gibi ifadeler kullanılıyor?

İşte bahsedilen bu faktörlerde gelişen belirgin sorunlar yeme bozukluğuna neden olmaktadır. Yemek yediğimiz sürece az ya da çok yemenin, yeme bozukluğuna giden yolu açma ihtimali söz konusudur. Yeme bozukluğu olan kişilerde sosyal ve duygusal işlevlerle ilgili literatürde detaylandırılmış çok çeşitli problemler vardır. Erken dönem çocukluk deneyimlerimiz, temel inançlarımız, benlik algımız gibi pek çok faktör yeme bozukluklarının gelişmesinde etkilidir.

Tarih boyunca toplumların “ideal vücudu”, özellikle ideal kadın vücudunu, belirleyen standartları büyük çeşitlilik göstermiştir. Ve günümüze kadar “ideal kadın” fiziksel görüntüsü hakkındaki kültürel standartlar zaman içinde değişiklik yaşamıştır. Sosyokültürel standartların zayıflık yönünde ilerlemesi insanların -özellikle kadınların- bedenine ve görünümüne dair işlevsiz tutumlar geliştirmesine sebep olmaktadır. Ruben’in çizimlerindeki ünlü nü tablolardaki kadınlar günümüz standartlarına göre “tombuldur”. Playboy dergisinin kapak fotoğrafında yer alan modeller ise günümüze gelene kadar gittikçe zayıflamıştır. Playgirl dergisinin kapağındaki erkekleri incelediğimiz zaman ise erkeklerin yağ-kas kütlelerinde farklılaşma dikkat çekecektir. Bu iki örnekteki ortak nokta bedene ve görünüme yönelik tutumların değişmesidir. Yeme bozukları ağırlıklı olarak kadınları etkileyen bir hastalık olsa da cinsiyet faktörünün günümüzde göz ardı edilmemesi faydalı olacaktır.

Günümüzde yemenin ne kadar gündemde olan bir konu kilo vermek için yapılan diyet davranışında da gözlemleyebiliriz. Birçok insanın -özellikle kadınların- zayıf olma arzusu yılda milyarlarca para kazandıran bir pazarın doğmasına neden olmuştur. Gittikçe artan porsiyonlar ve sağlıksız yiyeceklerin bulunabilirliğinin artışı yediğimiz miktar üzerinde etkili olmaktadır.

Medya ve reklamların etkisi de azımsanmamalı, gerçekten menümüzü bir boy daha büyütmek istiyor muyuz?

İhtiyacımız olan daha fazla yemek mi, daha fazla yemek aslında acıktığımız duyguları doyurma şeklimiz mi?

Açlığı ve tokluğu hissediyor muyuz? Hızlıca ve geçiştirerek mi tüketiyorum, niçin? Popüler olduğu için mi yiyorum?

Bir ötekinin düşüncesi sebebiyle mi bir şeyleri yemekten kaçınıyorum? Yemek üzerinden neleri ifade etmeye çalışıyoruz?

Tıpkı bir bebeğin gergin hissettiği anlarda kendisini annesinin kollarına atma isteği gibi kendimizi yiyeceğin kollarına mı atıyoruz? Veya bir ebeveynin çocuğunu cezalandırmak için sevdiği şeylerden alıkoyması gibi kendimizi yiyecekleri tüketmeyerek cezalandırıyor muyuz?

Yeme alışkanlıklarımızın kendimizle olan ilişkimizi ortaya koyduğu söylenmektedir. Bu soruların cevaplarını keşfetmek şüphesiz çok zengin alanlar açacaktır…

Film önerisi: To The Bone
Kitap önerisi: Anneler, Kızları ve Beden Algısı Kaynakça;

page2image28980544

-Cardi, V., Matteo, R. D., Corfield, F., & Treasure, J. (2013). Social reward and rejection sensitivity in eating disorders: An investigation of attentional bias and early experiences. The World Journal of Biological Psychiatry, 14(8), 622-633.

-Maner, F. (1999). Yeme Bozukluklarında Kognitif Davranışçı Kuram. Ege Psikiyatri Sürekli Yayınları, 4(2), 167-174.

-Morrison, J. R. (2016). DSM-5’i kolaylaştıran klinisyenler için tanı rehberi. Nobel Akademik Yayıncılık.page2image28981888

-Kring, A. M., Davison, G. C., Neale, J. M., & Johnson, S. L. (2007). Abnormal psychology. Johnpage2image29198400

Wiley & Sons Inc.

-Psikonet İyi Hissetmek, Ekim-Aralık (2021). Yeme Bozuklukları, 19-49.

Çalışma Saatlerimiz

9:00 – 18:00
Pazartesi - Cumartesi

Bize Ulaşın

Teşvikiye mah, Hüsrev Gerede cad.
No: 92 Sema Apartmanı Kat: 2 Daire: 6 34365
Şişli/İstanbul
Tel: +90 533 024 7806

Sentia Psikoloji © 2024. Tüm Hakları Saklıdır. Web Tasarım